-->
Jurassic World: Rebirth – Karanlık Bir Evrimin Yeni Başlangıcı

Jurassic World: Rebirth, karanlık atmosferi, güçlü oyunculukları ve etkileyici görselliğiyle seriyi yeniden doğuruyor; hem nostaljik hem yenilikçi bir macera sunuyor.

03.07.2025 | ulasufuk

Hayat bir yolunu bulur demişti Ian Malcolm. Jurassic World: Rebirth ise bu efsanevi sözün yankısını yeniden ve bu kez daha karanlık, daha kişisel, daha epik biçimde ekranlara taşıyor. Serinin yedinci filmi olan Rebirth, yalnızca bir devam filmi değil, adından da anlaşılacağı üzere bir yeniden doğuş. Gareth Edwards’ın yönetmen koltuğuna oturduğu bu yeni bölüm, Jurassic evreninin sınırlarını hem tematik hem de görsel anlamda genişletiyor.

Jurassic World üçlemesinin tamamlanmasının üzerinden beş yıl geçmişken, Rebirth kendini doğrudan bir devam filmi olarak değil, aynı evrende geçen taze bir hikâye olarak konumlandırıyor. Hikâyemiz, iklim değişikliğiyle beraber dünyada yaşanamaz hale gelen ekosistemlerin, dinozorları sadece ekvatoral bölgelerde hayatta kalmaya zorlamasıyla başlıyor. Hayatta kalan bu kadim türler, artık yalnızca genetik mucizeler olarak değil, insanlığın tıbbi kaderini değiştirme potansiyeline sahip birer kaynak olarak görülüyor.

Bu noktada, ana karakterimiz Zora Bennett (Scarlett Johansson), genetik materyal elde etmek üzere oluşturulan özel bir çıkarma timinin lideri olarak karşımıza çıkıyor. Ama işin rengi, tropik cennet görünümlü Ile Saint-Hubert adasına adım attıkları andan itibaren değişiyor.

Gareth Edwards, önceki işlerinden tanıdığımız görsel yeteneklerini Rebirth’te bir kez daha ortaya koyuyor. Özellikle Rogue One’daki karanlık atmosfer ve makro/insan ilişkisini çok iyi kavrayan yönetmen, bu filmde doğanın muazzamlığı karşısında insanın ne kadar küçük kaldığını ustaca işliyor. Deniz altındaki dev Mosasaurus sahnesi ya da ormanın puslu derinliklerinde beliren bir Titanosaurus’un ayak sesi… İzleyiciye görkemli ama tehditkar bir evrenin parçası olduğunu hissettiren her detay, bilinçli bir sinemasal tercihin ürünü.

Ancak Rebirth sadece aksiyonla değil, dramatik yapısıyla da dikkat çekiyor. Zora’nın içsel çatışması, Duncan (Mahershala Ali) ile olan güven ilişkisi, kazazede Delgado ailesiyle yaşanan empati… Tüm bunlar filmi sadece büyük set parçalarına dayalı bir gişe işinden öteye taşıyor.

David Koepp’in kaleminden çıkan senaryo, orijinal Jurassic Park’a olan borcunu gizlemiyor. Özellikle adanın karanlık ormanlarında geçen bölümler, 1993’teki o unutulmaz atmosferi yeniden canlandırıyor. Bilim etiğiyle ilgili alt metinler, insanlığın doğaya hükmetme arzusu, kontrol illüzyonu ve kibir temaları, yine sağlam şekilde işlenmiş. Ancak bu kez hikâyeye medikal bir motivasyon da eklenmiş: kalp hastalıklarını tedavi edecek bir genetik çözüm. Bu, bir anlamda “ölüm üzerinden hayat yaratmak” fikrini tersyüz ediyor.

Spielberg ile Koepp’in senaryo geliştirme sürecindeki felsefi yaklaşım kendini her sahnede belli ediyor. Dinozorlar bu filmde yalnızca tehdit değil, aynı zamanda hayranlık uyandıran varlıklar olarak karşımızda. İzleyiciye “Kim burada gerçek canavar?” sorusunu tekrar sordurtan bir anlatım var.

Scarlett Johansson, Marvel sonrası kariyerinde dramatik ve aksiyon rolleri başarıyla harmanlamaya devam ediyor. Zora Bennett karakteri, Black Widow’un fiziksel kudreti ile Marriage Story’deki içsel çatışmaların buluştuğu bir karakter. Film boyunca gelişen empatisi, sadece fiziksel mücadeleyle değil, duygusal bağlarla da hayatta kalınabileceğini gösteriyor.

Mahershala Ali’nin canlandırdığı Duncan karakteri ise hikâyeye hem bilgelik hem de kırılganlık katıyor. Jonathan Bailey’nin canlandırdığı paleontolog Henry Loomis ise eski filmlerdeki Alan Grant havasını modernize eden bir figür. Rupert Friend ve Manuel Garcia-Rulfo’nun rolleri ise antagonistik ve insani ikilemleri başarıyla yansıtıyor.

Rebirth’in görsel anlatımı, dijital çağa ait olmasına rağmen analog ruhunu kaybetmemiş. Gareth Edwards ve görüntü yönetmeni John Mathieson, loş ışıklar, gölgeler ve pratik setlerle dolu bir dünya yaratıyor. Saint-Hubert Adası, bir karakter gibi işlenmiş—tehditkar ama aynı zamanda büyüleyici. Filmde kullanılan mekan tasarımları, doğayla bütünleşmiş ve çürümekte olan teknolojiyi gösteren estetik yapılarla dolu.

Volker Bertelmann’ın müzikleri, John Williams’ın klasik temasına sadık ama onun gölgesinde ezilmeyen bir doku sunuyor. Zaman zaman bir Discovery belgeseli gibi coşkulu, zaman zaman ise David Lynch filmlerine has bir rahatsız ediciliğe sahip.

Jurassic World: Rebirth, yalnızca bir dinozor filmi değil; aynı zamanda etik, bilim, doğa ve insan arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir bilim kurgu destanı. Gareth Edwards’ın sade ama derin anlatımı, David Koepp’in hikâyeye kattığı felsefi katmanlar ve Scarlett Johansson’un karakter derinliği filmi sadece izlenebilir değil, hatırlanabilir kılıyor.

Bu film, Jurassic evreninin yeni çağını başlatmakla kalmıyor; aynı zamanda türün ne kadar evrim geçirebileceğini de gösteriyor. Seriye ilk kez adım atan izleyiciler için sürükleyici bir macera, eski hayranlar içinse nostaljik ve yenilikçi bir birleşim sunuyor.

Jurassic World: Rebirth, sadece hayatta kalmaya çalışan dinozorların değil, aynı zamanda anlatacak yeni hikâyeleri olan bir serinin de yeniden doğuşu. Ve evet, hayat bir yolunu buluyor.



Popüler Haberler


Rust’ın beklenen büyük güncellemesi geliyor!


Bir Hideo Kojima Filmi” çok yakında beyaz perdede olabilir!


Tarihi bir olayı çarpıttığı gerekçesiyle, Güney Kore hükümetinin talebi doğrultusunda bir Mount & Blade: Warband modu, sadece Kore’de değil tüm dünyada Steam Atölye üzerinden kaldırıldı.


Amazon Prime Day 2025 başlıyor! 8-14 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek bu dev kampanyada teknoloji, moda, ev yaşamı ve daha birçok kategoride binlerce ürün büyük indirimlerle sunulacak.