-->
Death Stranding 2: On the Beach Oyun İncelemesi

Death Stranding 2: On the Beach, derin hikâyesi, gelişmiş bağ kurma mekaniği ve görsel atmosferiyle oyuncuyu hem duygusal hem stratejik bir yolculuğa çıkarıyor.

23.06.2025 | ulasufuk

“Görev verelim ama sadece taşımaktan fazlası olsun.” Hideo Kojima’nın imzasını taşıyan Death Stranding, sıra dışı konseptiyle 2019’da oyuncu dünyasını sallamıştı. Serinin devamı sayılan Death Stranding 2: On the Beach ise vurucu bir fırtına misali karşılıyor bizi: Daha geniş bir harita, daha derin bir anlatı, sürükleyici yeni mekanikler ve duyguda iz bırakan hikâye etkisiyle birlikte… Ben yaklaşık 60 saat süren maceranın ardından özetle şunu söyleyebilirim: Bayrağı taşımış, ama kendi rengini de eklemiş.

Devam oyunu, Sam Porter Bridges’in kaderinden öte bir ütopya fikrini keşfe çıkarıyor. Eski “Game of Bridges” düşüncesiyle mevcut kabloları daha da sağlamlaştırmak yerine; On the Beach konusu, “bağ kurmak yeter mi?” sorusuna yöneliyor. İnsanlar bir kez daha karantinalara bölünmüş, ama bu kez sadece fiziksel değil, zihinsel ve duygusal bağlar da hedefte.

Sam, bu evrende bir seyyahdan ziyade seyyar bir elçi haline geliyor. Onun görevi artık paketlerin arasında insanlara umut götürmek değil; geçmişin gölgelerini aydınlatmak, ilişkileri onarmak ve yeni kuşağın sorularına cevap vermek. Anlatımı hala saman tarlasının gri tonlarında, ama bu defa “ışığın nasıl yükseldiğine” odaklanıyor.

Senaryo, geçmişin enkazında birkaç yan hikâye ortayla ilerliyor: fragmanlı alt tarihyle yüzleşme, kaybedilen bağların izinde gezinme, yeni düşman (ya da dost?) figürleriyle etkileşimler. Bazı yerlerde tanıdık yüzlerle sadece anılar üzerine diyaloglar kurmanız bile yeterli oluyor. Finalde ise Sam’i gözlemlediğiniz sahne, hem içi dışına çıkmış duyguların hem de geleceğe dair bir umut ışığının temsilcisi oluyor.

Haritaların üstünde gezdiğiniz kirişler, asıl gücünüze dönüşüyor. İlk oyundaki bağ kurmaya ek olarak, burada kablolarla araçları, ufak köyleri hatta hava istasyonlarını da birbirine bağlayabilirsiniz. Bu, lojistik ağınızı genişlettiğiniz gibi, oyuncuların dünyasını da neşeyle doldurmanızı sağlıyor.

Oyuncu etkileşimi (asenkron), pek çok MMO gibi “gelen paket” kısmından ibaret değil. Bu defa diğerlerinin inşa ettiği kablolar, seyyar evler, radar yerleşimleri gibi yapıları doğrudan kullanabiliyor ve katkı sağlayabiliyorsunuz. Paylaşılan dünyada artık oyunun her köşesinde “oyuncunun izi” var.

Taşımacılıkla harmanlanmış puzzle’lar artık doğa ortamında saklı. Örneğin toprak kayanıları yeniden şekillendirmeniz için size yeterli vakit tanınıyor. Bazı su yolları yerine yeni geçitler kurmanız ve bunların kablo sistemine bağlı olması gerekiyor. Denge sistemi, hem doğa — insan — teknoloji üçgenine bağlı yeni görevleri destekliyor.

Görevler sadece yeni bölgelere gitmek değil, yeni bağ kurmak üzerine kurulu:

  • Gönderi Teslimi: Önceki oyundaki gibi, ama artık bazı kargolar sanal anılar içeriyor. Örneğin bir fotoğrafınız, gizli bir mesajla birlikte dost bir NPC’ye ulaşıyor.
  • Kablo Ağı Kurma: Sadece yapıyı değil, o yapının niye orada olduğunu da anlamaya çalışıyorsunuz.
  • Duygu Kargo: Belki bir mektup, belki bir anı — bu kez ekipman yerine zihinlerdeki yükler indiriliyor. Ve bu yükü taşırken yine ikilem, empati, teslimat ya da paylaşım üzerine kurulu.

Oyunun perdesi açıldıkça, görevler daha içe dönük hale geliyor. İçsel bir monolog eşliğinde mizansen olarak ilerleyen sekanslar, Sam’i sadece kahramanlaştırmıyor; insani kılıyor.

Sam, artık yalnız bir taşıyıcı değil; insanlar arasında köprü kurma görevine evrilmiş bir figüre dönüşmüş. Her kamp, her köy, her arkadaşı onu tanıyor; ismini biliyor. Seçtiğiniz tepkilere göre empati notu yükseliyor. Bu da bazı hikaye dallarını etkiliyor: kişisel diyaloglar, kampın gelişim hızı, son jenerasyonla yapılan diyaloglar filizleniyor.

NPC’ler de artık grafiksel karakterizasyonlarla büyüyor. Sadece sanatlı bir diyalog yazısından ibaret değiller; mimikler, mekâna ve zamana bağlı tepkileriyle gerçek gibiler. Hikâye sürecinde kaybettiğiniz kişilerle kuracağınız yeniden iletişim örnek sahnelerden biri: bu sahne duyguyu artıran ama mekanik olarak sizi de düşündüren bir sinema sahnesini andırıyor.

Bu oyun; bir kum fırtınasından etkilenmiş çanak gibi etrafa ışık saçıyor. Gerçek hayattaki gün batımı fotoğrafları gibi, çölü kasıp kavurduktan sonra o sükûnetli manzaraları size hissettiriyor. 4K çözünürlükte, tüm detaylar sinema kalitesinde.

Ses kullanımı ise eşsiz. Kargoların hafif çatırtısı, kablolardan gelen elektrik sesi, Sam’in nefesi… Hepsi gerçekçi. Müzikler, hem ambient hem de epik tonlarda ilerliyor. Açık alanlarda sessizlik baskın; kapalı alanlarda atmosferik bir gerginlik hissi var.

PC’de oynarken, grafik ayarları üzerindeki kontrol müthiş. Ultra grafiklerde bile FPS düşüşü yaşamadım. Kırpılan bölgelerde bile optimizasyon etkileyici. DualSense dokunsal geribildirim destekleniyor, PS5 dokunma hissiyatını başarılı şekilde modellemiş.

Her ne kadar bazı alanlarda küçük bug’larla karşılaşsa da; örneğin kablolarla dolu bir bölgede CPU yükü yükseliyor, FPS düşüşüne neden olabiliyor. Bu gibi yerler dışında oyun oldukça stabil.

Death Stranding 2: On the Beach, büyük bir gelişim geçirmiş. İlk oyunun sevimli tuhaflığını almış, bunu daha anlamlı bir felsefe ve sosyal içeriğe dönüştürmüş. Kablo inşa etmek artık sadece yapı değil; insanlıkla empati kurmak. Görev sadece taşıma değil; insanları yeniden birbirine bağlamak.

Hikâyesi beni ağlattı, görevleri düşündürdü. Teknisel olarak güçlü, görsel olarak büyüleyici; evet belki bütünlük Yer yer temposu düşse de, hikâyenin nereye varacağını görmek için sabırsızlıkla devam ettim. Ve başardı: yeni bir dünya, yeni bir umut inşa etti.


9

Artılar

  • Genişletilmiş kablo-filosofik bağlantı sistemi
  • Empati tabanlı yeni görevler ve sosyal dinamik
  • Hikâye, karakter ve NPC-diyalog derinliği
  • 4K grafik & görsel atmosferde üst düzey

Eksiler

  • Kablolarla yoğun alanlarda performans düşüşü yaşanabilir