-->
Indiana Jones and the Great Circle, büyüleyici hikâyesi, zekice bulmacaları ve PS5’e özel atmosferiyle tam anlamıyla unutulmaz bir macera sunuyor.
Kırbacı, fötr şapkası ve tarihin tozlu sayfalarına olan tutkusu ile sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran Indiana Jones, yıllar sonra nihayet interaktif bir macera ile karşımızda. Indiana Jones and the Great Circle, sadece bir video oyunu değil; aynı zamanda bir nostalji seli, tarih dersine dönüşen bir macera ve gerçek anlamda “kahramanı biz kontrol ediyoruz” hissini yaşatan bir deneyim.
Ben bu incelemeyi yazarken oyunu baştan sona iki kez bitirdim. İlk oynayışta kendimi hikâyeye kaptırırken, ikinci oynayışımda detaylara ve gizli içeriklere odaklandım. İşte bu süreçte edindiğim deneyimler ışığında, PlayStation 5’te Indiana Jones’un yeni dijital macerasını sizlere tüm yönleriyle anlatacağım.
Oyun, 1937 yılında başlıyor. Indiana, bir dizi tarihi kalıntının ve sembollerin, dünyayı çevreleyen esrarengiz bir geometrik yapıya işaret ettiğini keşfeder: Büyük Daire (The Great Circle). Bu sembollerin izini sürdükçe, hem geçmişin hem de günümüzün karanlık sırlarıyla yüzleşmesi gerekir.
Jones, Vatikan’daki bir gizemli tapınaktan başlayan yolculuğunda Tayland ormanlarına, Gize Piramitleri’ne, hatta Nazi işgali altındaki Avrupa’nın kalbine kadar uzanıyor. Her bölüm kendi içinde epik bir film sahnesi gibi tasarlanmış. Özellikle Roma’daki kütüphane sekansı ve Berlin metrosunda geçen kovalamaca sahnesi sinematik anlatımın doruk noktasıydı. Hikâyenin ritmi oldukça iyi: Ne çok aceleye getiriliyor ne de gereksiz uzatılıyor.
İşin güzel yanı şu: Oyun sizi sürekli bir şey keşfetmeye itiyor. Ana görevler kadar yan görevler ve toplanabilir eşyalar da, hikâyenin arka planını daha iyi anlamanızı sağlıyor. Her not, her tarihi belge, oyunun evrenine bir parça daha katıyor.
Indiana Jones and the Great Circle birinci şahıs bakış açısıyla oynanıyor. Bu seçim, karakterin gözünden olayları deneyimlemenizi sağlarken, aynı zamanda bulmacalar ve çevre etkileşimleri açısından oldukça akıllıca. İlk başta “acaba üçüncü şahıs mı olmalıydı?” diye düşünmedim değil, ancak oynadıkça bu tercihin ne kadar yerinde olduğunu gördüm.
Keşif sistemi, Uncharted tarzı lineer bir yapıdan çok daha özgürlükçü. Gittiğiniz her ortamda, sizi ödüllendiren gizli yollar, sırlar ve tarihi objeler var. Bulmacalar ise tam tadında. Ne gereksiz yere zorlayıcı, ne de çocuk oyuncağı gibi. Özellikle antik bir tapınağın taş döşemelerini doğru sırayla geçmeniz gereken sahne, beni epey düşündürdü. Oyunun sizi aptal yerine koymadan, zekânıza hitap etmesi büyük bir artı.
Dövüş mekanikleri basit ama tatmin edici. Kırbacınızı sadece düşmanlara karşı değil, çevreyle etkileşim için de kullanıyorsunuz. Mesela uzak bir kaldıraç mekanizmasını harekete geçirmek ya da yüksek bir noktaya tırmanmak için. Ateşli silahlar da var ama Indiana’nın tarzı hiçbir zaman Rambo gibi çatışmalara girmek olmadığından, oyun bu konuda da karakterine sadık kalıyor.
PS5’in gücü bu oyunda sonuna kadar kullanılmış. İlk olarak, ışıklandırma sisteminden bahsetmeliyim. Meşale ışığının karanlık bir mağarada duvara düşen yansıması ya da gün doğumunun piramitlerin üzerinden süzülmesi, görsel olarak mest edici. PS5 Pro da 4K(Dinamik) çözünürlükte ve 60 FPS akıcılıkla oynamak, deneyimi bambaşka bir seviyeye taşıyor.
Karakter modellemeleri detaylı, mimikler ise oldukça gerçekçi. Indiana’nın yüz ifadesinden o anda ne hissettiğini anlamak mümkün. Ama beni en çok etkileyen şey çevresel tasarım oldu. Vatikan’ın gotik koridorlarından, Tayland’daki yağmur ormanlarına kadar her alan, adeta el ile çizilmiş gibi detaylı ve atmosferik.
DualSense özellikleri ise bence oyunun gizli silahı. Özellikle kırbaç kullandığınızda tetikleyicilerin direncini hissetmek ya da tarihi bir mekanın kapısını açarken titreşimin eşlik etmesi, sizi daha da oyunun içine çekiyor.
Oyunun müzikleri, klasik Indiana Jones teması üzerine kurulmuş, ancak bölgesel farklılıklara göre çeşitlendirilmiş. Tayland bölümünde doğu motifleri içeren ritmler, Avrupa sahnelerinde ise daha dramatik orkestrasyonlar duyuyoruz. Yani müzik, sadece bir fon değil, anlatının bir parçası.
Seslendirmeye gelince: Troy Baker, Indiana Jones’a yeni bir hayat veriyor. Harrison Ford’un ruhunu taşıyan, ama kendi özgün yorumunu da katan bir performans sergilemiş. Diğer karakterler de oldukça iyi seslendirilmiş, özellikle oyundaki Alman ajan karakteri karizmasıyla dikkat çekiyor.
Yapay zekâ genel anlamda tatmin edici. Düşmanlar, özellikle üst seviye zorluklarda taktiksel davranabiliyor. Sizi kıstırmaya çalışıyor, saklandığınız yerleri tarıyorlar. Ancak zaman zaman çevresel etkileşimleri fark etmeyebiliyorlar, örneğin bir tuzağın hemen yanındaki düşman, sizin onu etkinleştirmenize tepki vermeyebiliyor. Ufak tefek bug’lar olsa da, oyun deneyimini baltalayacak düzeyde değiller.
Zorluk seviyesi ise güzel ayarlanmış. “Normal” zorlukta oynarken yeterince mücadeleci ama sinir bozmayan bir tempoya sahipti. “Zor” seviyesinde ise bazı bulmacalar daha karmaşık hale geliyor, bu da tekrar oynamaya teşvik ediyor.
Indiana Jones and the Great Circle, sadece bir film uyarlaması oyun değil. Kendi başına güçlü bir anlatı, derinlikli bir oynanış ve sinematik bir deneyim sunuyor. PlayStation 5 üzerinde, görsel kalite ve DualSense etkileşimiyle bu deneyim daha da katmanlı hale geliyor.
Eğer tarihe, arkeolojiye ve tabii ki sağlam bir maceraya meraklıysanız, bu oyunu kaçırmamalısınız. Indiana Jones’un şapkasıyla yeni bir çağ başlıyor ve bu çağda siz de kırbacı elinize alıp Büyük Daire’nin peşine düşmelisiniz.