-->
Assassin’s Creed: Origins İnceleme

Mısır’a Yolculuk… Oyun dünyasının gelmiş geçmiş en iddialı yapımlarından birisi hiç kuşkusuz Assassin’s Creed serisidir. İlk yapımının üzerinden geçen seneler serinin adeta şahlanarak büyümesine ve Ubisoft’un göz bebeği olmasına neden oldu. Bir seri olarak bakıldığında bizlere birbirinden farklı temelde birden çok oynanış dinamiği ve kurgu sunan bu baş yapıtın en son bombası Assassin’s Creed: Origins, […]

01.11.2017 | ulasufuk

Mısır’a Yolculuk…

Oyun dünyasının gelmiş geçmiş en iddialı yapımlarından birisi hiç kuşkusuz Assassin’s Creed serisidir. İlk yapımının üzerinden geçen seneler serinin adeta şahlanarak büyümesine ve Ubisoft’un göz bebeği olmasına neden oldu. Bir seri olarak bakıldığında bizlere birbirinden farklı temelde birden çok oynanış dinamiği ve kurgu sunan bu baş yapıtın en son bombası Assassin’s Creed: Origins, bakalım beklentileri karşılayıp seriyi rayına oturtabilmiş mi? Her sene bize farklı ülkeleri gezdiren ve farklı dönemleri yaşatan Assassin’s Creed serisinde, bu sefer kendimizi piramitler ve çöller eşliğinde, M.Ö. 40’lı yılların Antik Mısır’ında buluyoruz. Serinin en eski döneminde geçen ilk oyunundan bile 1000 sene öncesine gidiyoruz. Zaten oyunun amacı da adından anlaşılacağı gibi Assassin ve Templar topluluklarının köklerini işlemek. Oyunun ana temasına geçecek olursak bize politika, entrika, kahramanlık, mitoloji, aile ilişkileri ve intikam dolu lezzetli bir çorba sunulmuş diyebiliriz. AC serisinin olmazsa olmazı olan tarihi mekanlar ve insanlar, bu oyunda da fazlasıyla mevcut. Cleopatra, Julius Caesar, Aristo ve daha bir sürü tarihi figür bize muhteşem bir şekilde yansıtılmış diyebilirim.

Her şeyden önce belirtmek istediğim bir şey var. Eski Assassin’s Creed oyunlarının tümü açık dünya – aksiyon türündeydi. Sadece Unity oyununda biraz RPG elementleri eklenmişti, fakat oyun inanılmaz aceleye geldiğinden bize bunu hissettirmiyordu. Rahatlıkla söyleyebilirim ki Assassin’s Creed Origins, tamı tamına bir RPG oyunu olmuş. Detaylara daha sonra geçeceğim, o yüzden ilk başta geçelim oyunun hikayesine!

Oyunun ana hikayesi bizi milattan önce 49 yılının antik mısırına götürüyor. Yani firavunların monarşik rejiminin son demlerini yaşadığı dönemden bahsediyoruz. Bir Medjay olan ana karakterimizin adı Bayek. Medjay nedir diye soracak olursanız, “kahraman polis” deyimi tam yerinde oturacaktır diye düşünüyorum. Yani Eski Mısır’da asayişi sağlayan, suçları engelleyen, çölleri gezen ve insanlara yardım eden iyi eğitimli askerlere verilen bir rütbedir. Ana karakterimiz de, yaşayan son Medjay olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü diğer bütün Medjayler, firavunun emri ile beraber katledilmiş. Bayek’e baktığımızda ise serinin önceki ana karakterlerinden daha sert, ciddi ve oturaklı bir baba figürüyle karşılaşıyoruz.

 

 

Oyunun iki adet hikaye örgüsü var ve bunlar şahane bir şekilde birbirine bağlanmış. Bu hikayelerden biri ana karakterimizin ailesi üstünden ilerliyor. Bayek’in oğlu olan Khemu, Order of the Ancients isimli gizli bir tarikat tarafından gözlerinin önünde öldürülüyor ve -klişe bir şekilde- karakterimiz intikam ateşi ile tutuşuyor. Oyunun diğer hikaye örgüsü ise Mısır’ın o çağdaki politik durumuyla alakalı.

Karşımıza tam anlamıyla mahvolmuş, kaosun hakim olduğu bir Mısır çıkıyor. Ne adalet ne de düzen kalmış, yolsuzluk ve cinayetler had safhada durumda. Bütün halk firavundan ve onun yönetiminden şikayetçi, fakir ve mağdur durumda. Ama oyunun başlarında firavunun aslında sadece kullanılan önemsiz bir kukla olduğunu öğreniyoruz. Aslında bu cani ve sadist yönetimin arkasında tabii ki yine Order of The Ancients var! Yani Bayek’in tarikatin peşinde koşmasının 2 sebebi var. Order of the Ancients’ı yok etmesi bir taşta 2 kuş vurmak gibi oluyor. Bu hikaye örgüleri, epik sinematikler ve harika bir sunumla anlatılınca oyuncuyu ekran başına kilitlemeyi fazlasıyla başarıyor. Bu sayede, aslında çok klişe olmuş bir hikaye bile sanki başyapıtmış gibi kendisini oynatıyor.

Özellikle Unity’den itibaren Assassin’s Creed oyunlarının şapka çıkartılması gereken yönü, kesinlikle nefes alan dünyalarıdır. Muazzam tasarlanan tarihi şehirler, üstüne muhteşem grafik ve gerçekçi çevre detaylarıyla harmanlanınca ortaya inanılmaz bir atmosfer çıkıyor. Origins’de de bu çizgi bozulmamış. Hatta kusursuz olmuş bile diyebiliriz. Atın üstünde köyleri, şehirleri, çölleri dolaşırken kendimi gerçekten o dönemin içinde hissediyorum. Çünkü oyun resmen nefes alıyor. Şehirdeki insanlara baktığımda hepsi bir şeylerle uğraşıyor, hepsine ufak script’ler yazılmış. Sonra şehirden uzaklaşıp ormanlık yerlere geçiyorum. Görüyorum ki bir leopar gözüne geyik ordusu kestirmiş ve gizlice, yavaş yavaş arkasından geyiklerin zayıf anını kollayıp bulunca da saldırıyor. Aynı zamanda hippopotamlarla timsahlar ölümüne dövüşüyor. Dürüstçe söyleyeyim, bir Antik Mısır belgeseli, filmi veya canlandırması izlesem bu kadar gerçekçi bir atmosferi hissedemezdim. Oyun gerçekten bu konuda benden tam puan almayı başarıyor.

 

 

Öncelikle oyunun gelmiş geçmiş en büyük Assassin’s Creed oyunu olduğunu belirteyim. “Ben sadece ana hikaye peşinde koştururum” diyen biriyseniz toplam 30-35 saat süren ana görev çizelgesi bulunmakta. Ama ben bu muhteşem ve nefes alan dünyanın keyfini çıkarırım, yapılabilecek her şeyi yaparım derseniz 100 saati geçecek bir içerik var. Harita inanılmaz büyük. Bu devasa haritada Giza, İskenderiye, Memphis gibi büyük ve popüler şehirlerin yanında birbirini tekrar etmeyen bitki örtüleri, vahşi yaşam, köyler ve çöl var. Ben bu oyunu oynamadan önce kesin Ubisoft’un oyunun yarısını çöl yapıp bahaneler arayacağını düşünmüştüm. Ama haritanın çöl kısmı gerçekten Mısır’a göre çok az olmuş. Haritanın yaklaşık %15’i çöl diyebiliriz. Bu sayede oyuncuları daha rahat gezdirip sıkmamak hedeflenmiş diye tahmin ediyorum, şahane olmuş diyebilirim.

Oyunda özgürlük teması fazlasıyla ön planda. Oyunun daha başlarındayken isterseniz haritanın öbür ucuna gidebiliyor, hatta normal şartlarda hikayenin sonlarında ulaştığımız piramitlere bile çıkabiliyorsunuz. İstediğiniz gibi avlanıp, mekanları tamamlayabiliyorsunuz. Bu özgürlüğü oyunun sadece dış mimarisinde değil görevlerde de görebiliyoruz. Örneğin oyunu diğer AC oyunlarından ayıran en büyük özellik, yan objektiflerin ve dayatılan oyun tarzının kalkması olmuş. Yani hiç bir görevde kalkıp da size “sakın yakalanma” ya da “sakın hasar alma” gibi saçma sapan dayatılan şeyler yok. Bazen görevin gönderdiği yer savaşarak gerçekten çok zor oluyor ve oyuncu o sayede gizliliğe başvuruyor. Yani oyun size “Yeterince seviye, eşya ve tecrübe kastıysan bileğinle savaş, yoksa gizliliğe başvur.” demek istiyor. Bunu da tamamen özgürlük tabanında anlatıyor. Hiç bir zaman gizlilik yapınca daha fazla deneyim puanı verilmiyor, veya değişen bir şey olmuyor. Yakalanınca görev başarısız da olmuyor üstelik. Tamamen oyuncunun oynayış stiline göre hazırlanmış. Umarım Ubisoft sonraki oyunlarda da bu çizgisinden sapmaz.

Oyunda özgürlük bazında hoşuma giden bir diğer nokta ise ana görevi deyim yerindeyse “lap” diye önümüze koyması olmuş. Yani bir hikaye beliriyor ve öldürmemiz gereken önemli bir boss var diyelim. Ana görev olarak oraya direkt “Şunu öldür” diye koyulmuş. Ama görevin önerilen seviye gereksinimi çok yüksek oluyor ve direkt giderseniz düşmanlar çok güçlü olduğu için hezimete uğruyorsunuz. Yani oyun sizi avlanmaya, crafting ve yan görev yapıp gelişmeye zorluyor. Bu sayede oyun çok daha gerçekçi ve keyif verici oluyor. Bence oyundaki en büyük artı puan bu olmuş diyebiliriz. Şimdi geçelim oynanışa.

 

 

Assassin’s Creed Origins’in pek de özgün bir oyun olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü daha oyunun ilk dakikalarında buram buram özentilik kokuyor. Atımız ile oyunda gezerken, seviye ve yetenek sistemi ile uğraşırken ve daha bir sürü yerde “sanırsam Witcher 3’e Antik Mısır DLC’si gelmiş” diye düşündüm. Çünkü oyun gerçekten böyle hissettiriyor. Dövüş sistemine geldiğimizde de gerçekten zorlu ve yetenek/sabır gerektiren Dark Souls serisinin tamamen aynısı olduğunu görüyoruz. Hatta bir boss ile savaşırken vuruşlarından yuvarlana yuvarlana kaçıp fırsat buldukça saldırıyordum. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Peki şimdi gelelim asıl soruya. Özenmek kötü bir şey mi ?

Bence bunun cevabı kalite ile tamamen doğru orantılıdır. Bir oyunu resmen klonlayıp üstüne bir şey eklemeden tamamen özendiğiniz oyunun mekaniklerine güvenerek oyun yaparsanız direk özenti bir çöp damgası yapıştırılır. Ama Assassin’s Creed Origins de durum böyle değil. Oyunun her karesinden kalite ve işçilik akıyor. O yüzden özenilmiş mekanikler hiç rahatsız etmiyor. Başarılı olan bir şeyi alıp, kendi mekanikleri ve tarzıyla birleştirip bize maksimum keyif kazandırmanın bir eksi yönü olmamalı bence.

Geldik oyunun en köklü değişikliğe uğramış kısmına. Eskiden Assassin’s Creed serisinde açık dünya sadece koşuşturup görev yapıp hazine toplamaktan ibaretti. Şimdi ise yapılacak o kadar şey var ki, ben şahsen büyülendim. Öncelikle oyuna seviye ve tecrübe puanı sistemi gelmiş. Seviyeniz arttıkça daha fazla hasar verebiliyorsunuz ve fazladan sağlık puanı alıyorsunuz. Aynı zamanda yetenek puanı da alıyorsunuz. Bu yetenek puanlarıyla açabileceğimiz şahane yetenekler bulunmakta. İstediğiniz oyun tarzına yönelik bir karakter özelleştirmesi yapabiliyorsunuz. Örneğin ben biraz gizlilik ve çoğunlukla okçuluk şeklinde hibrit takıldım. Ok ile headshot atınca gördüğümüz slow motion efekti olsun, oklarımı direkt olarak kendim kontrol edebilmem olsun… Bunları sağlayabilen bir sürü şahane ve keyifli yetenek ağacı bulunmakta. Yine “özgürlük” konusunda hayatımda gördüğüm en başarılı karakter özelleştirme sistemiyle bu oyunda tanıştığımı söyleyebilirim.

 

 

Oyunda yan görev, düşman öldürme hariç seviye yükseltebileceğimiz bir sürü içerik var. Avlanmak, mekan keşfetmek, bulmacalar çözmek, hazineler toplamak dahil oyunun her anında seviye yüksletecek içerikler bulabiliyoruz. Oyundaki yan görevler kelimenin tam anlamıyla muazzam. Basit senaryolara sahip olmayan, yeri geldiğinde komik ya da acıklı bazen ise çok heyecanlı yan görevlerle karşılaşabiliyoruz. İşin asıl güzel kısmı ise yan görevler bir zincir halinde. Yani toplam 3-4 saat süren müthiş hikayeli yan görev zincirleri bile var ve hiç birini yaparken sıkılmadım. Assassin’s Creed Unity’nin Paris hikayelerine muazzam derdim. Bu oyunun yan görevleri onu bile gözümde söndürdü diyebilirim.

Oyunun crafting sistemi çok basit ama keyifli olmuş diyebilirim. Oyuncuyu boşu boşuna komplike materyaller ile, beyin fırtınası estirecek karışıklıkta eşyalar ile yormamış. Üstteki fotoğrafta gördüğünüz gibi eşyalar mevcut. Bu eşyaları gerekli materyaller ile güçlendiriyoruz. Güçlendikçe nadirlik seviyesi, hasar, sağlık gibi özellikleri artıyor. Bu materyalleri hayvanları avlayarak veya taşınan düşman konvoylarını öldürerek alabiliyoruz.

Oyun, hem Yunan hem Roma baskısı altında olan şehirlerde de geçtiği için çok tatlı bölgesel yan aktiviteler eklenmiş. Mesela İskenderiye’de çok keyifli at konvoyu yarışlarının olduğu bir hipodrom mevcut. Bu hipodromda rakiplerin konvoyuna çarparak, devirerek, “drift atarak” bir milat öncesi Need for Speed deneyimi yaşıyoruz. Her turnuvada ilerledikçe bir sonraki zorlaşıyor ve bize keyifli ve dopdolu bir yan içerik sunuyor. Cryene’de de Roma kültürünün olmazsa olmazı gladyatör arenaları mevcut. Bu arena dalga dalga gelen ve gittikçe güçlenen düşmanları pataklamaya çalıştığımız bir yer. Atmosfer de muazzam olduğundan çok tatlı ve zorlayıcı bir yetenek testi ortaya çıkıyor.

 

 

Oyunda bir kaç tane ufak Online özellik eklenmiş. Bunlardan en önemlisi “intikam alma” sistemi. Oyunda rastgele zamanlarda başka bir Uplay hesabında ölmüş birinin cesediyle karşılaşabiliyoruz. Bu bize bir yan görev ekliyor. Örneğin “ZombieMaster1995’in intikamını al” diyor. Haritada o Online oyuncuyu öldürmüş NPC ya da vahşi hayvan işaretleniyor ve onu öldürüyorsunuz. Tecrübe puanı almak için çok tatlı bir özellik olmuş. Ayriyeten Instagram gibi bir fotoğraf paylaşım ve çekme sistemi var. Bu da hoş bir detay.

Oyun daha çıkmadan gerek fragmanlarda, gerek ise oynanış videolarında gözümüze en çok sokulan şey Semu oldu. Semu, sürekli tepemizde dolaşan ve bize her türlü şeyde yardımcı olan tatlı mı tatlı bir kartal. Semu ile objektiflerin yerini çok keyifli bir şekilde de bulabiliyoruz, materyal veya hayvanların yerlerini de rahatça bulabiliyoruz. Hatta öldürmemiz gereken hedeflerin o an ne yaptığını da görüp ona göre hareket bile edebiliyoruz. Örneğin “Uyuyor” ya da “Yemek Yiyor” tarzı ibreler ile şahane bir mekanik sunuyor.

Yetenek ağacında Semu üzerinden giderseniz savaşlarda bile yanınızda olabiliyor. Örneğin diğer kuşları avlayıp derilerini ve etlerini almanızı sağlıyor. Zaten Semu’yu direkt olarak kontrol edebildiğiniz için bu muhteşem Mısır atmosferini tepeden gezebilmek bile görsel açıdan bir şölen sunuyor diyebilirim.

Assassin’s Creed serisinin 2008’den beri en çok eleştirilen yönü aşırı tekdüze ve basit dövüş sistemidir. Size saldırmayı bir manken gibi bekleyen düşman ordusuna karşı parry tuşuna basıp karşı atak yaptığımız uzun ve sıkıcı bir dönemden sonra bu dinamik, Dark Souls tarzı hareketli dövüş sistemi harika olmuş diyebilirim. Gerek kalkan kullanımı, gerek ise düşmanların daha agresif davranışı seriye yenilik katmış. İlk defa adam öldürürken Assassin’s Creed’den keyif aldım.

 

 

Tabii bu kadar emek verilmiş ve revize edilmiş bir dövüş sistemi, çok kötü bir yapay zeka sağolsun kursağımızda kalmış. Gözünün önünde düşmanı bıçakladıktan sonra “Ha, ne oluyor ?” deyip etrafı gezen bir düşman görünce hayal kırıklığına uğruyoruz. Aynı zamanda düşmana oklar yağdırırken hâlâ kılıçla üstünüze koşan düşmanlar görmek de bir o kadar kötü. Bu yapay zeka problemleri çoğu yerde yaşanmadığı için tolere edilebilir. Fakat oyunda gördüğüm tek büyük kusurun da bu olduğunu belirtmek isterim.

Oyunda ana karakterimiz dışında diğer AC oyunlarındaki gibi modern zamanda geçen “Animus dışı” karakterimiz de var. Kendisinin adı ise Layla Hassan. Uzun süredir ilk defa adam akıllı bir Animus dışı karaktere sahip olduk. Çünkü Desmond öldükten sonra yapımcılar nasıl bir sistem yapacaklarına karar verememişti. Öyle ki, aşırı sıkıcı ve garip Animus dışı mekanikler eklemeye çalışıp, başarısız olmuşlardı. Öncelikle Layla gerçekten tatlı bir ana karakter olmuş. Meraklı, azimli ve heyecanlı bir genç kız modeli sunuyor. Animus dışı bölgelerde daha çok gizem çözme üstüne bir hikaye hakim. Aynı zamanda en sevdiğim şey ise Animus‘un dışında da dev bir harita olması. Tabii ki ana haritamız gibi değil, ancak Mısır’ın modern halini de biraz açık dünya olarak görmek bile heyecan verici bir şey.

Animus’un dışındaki yan özellikler daha çok bilgi toplama, kolektif eşyalar arama şeklinde gidiyor. Topladığımız şeyler Layla’nın bilgisayarına ekleniyor ve serinin meraklılarına epey keyifli bilgiler sunuyor. Animus dışı bölümler her ne kadar diğer oyunlardan daha büyük bir yer edinmiş olsa da, yine bir “ekstra” gibi hissettiriyor. Ama en azından geçmiş oyunlardaki gibi can sıkıntısından öldürmemesi de büyük bir artı.

 


 

Assassin’s Creed serisi, Unity oyunuyla birlikte büyüleyici bir oyun motoruna geçti. Etrafın canlılığı, surat ifadeleri olsun 4 senedir motor zaten doruk noktasında. Origins’de ise yine büyüleyici grafikler, animasyonlar ve çevre detayları görüyoruz. Bir NPC’nin eline, koluna, suratına Photo Mode‘da yaklaştırdığımızda aşırı gerçekçi bir deri kalitesi gördüm. Detaylar inanılmaz fazla. Unity ve Syndicate gibi ışıklandırmaya aşırı kaçıp oyunu makyajlarla süslememiş, bu sefer gerçekten her türlü ufak detayla büyülüyor diyebilirim. Atmosferin de ne kadar şahane olduğunu önceden belirtmiştim. Bütün bu detaylarla beraber atmosferin güzellikleri birleşince zaten ortaya bir görsel şölen çıkıyor.

Ses aktörleri ve müzikler konusunda AC serisinin hiç bir zaman hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyordum. AC Origins’de de seri bu istikrarını korumakta. Müzik olarak tabii ki Mısır ezgileri eşliğinde klasik AC tonları duyuyoruz. Gayet keyifli ve tatlı olmuş. Ses aktörleri de gerçekten çok iyi. Bu konuda fazla söze gerek gerek yok.

Ubisoft, Assassin’s Creed Origins ile kendisinden hiç beklemeyeceğim kadar şahane bir iş başarmış. Seriyi çerezlik keyifli oyun statüsünden çıkarıp özgürlük ve RPG elementlerini bize hakkıyla sunarak gerçekten harika bir iş başarmış. Her pikselinden kalite ve emek aktığı reddedilemez bir gerçek. Aynı zamanda diğer başarılı yapımlardan mekanikler almanın düzgün yapılırsa kötü bir şey olmadığının da en büyük kanıtı. Muazzam hikayesi, devasa dünyası, bitmek bilmeyen özgürlükleri ve dopdolu içeriği ile Assassin’s Creed Origins, serinin fanı olsun ya da olmasın her türlü açık dünya seven insanın oynaması gereken bir sanat eseri.

 

Playstore’a Katkılarından Dolayı Teşekkür Ederiz.

Oyunu Satın Almak İçin Tıklayın



Popüler Haberler


Ubisoft tarafından yayınlanan ve Evil Empire tarafından geliştirilen roguelike platform macera aksiyon oyunu The Rogue Prince of Persia, 14 Mayıs tarihinde erken erişim sürümüyle karşımıza çıkacak.


Macera ve bulmaca severler dikkat! Uppercut Games Pty ekibi tarafından geliştirilen ve sular altında kalmış bir şehirde geçen Submerged: Hidden Depths oyunu, Epic Games’te sadece 5 TL fiyatla satışa sunuldu!


Epic Games mağazası her hafta ücretsiz oyunlar dağıtmaya devam ediyor!


Lara Croft’un ikonik macerası, Tomb Raider: Definitive Edition ile 10 yıl sonra PC’ye geri dönüyor!